أَفَحُكْمَ
الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللّهِ حُكْمًا لِّقَوْمٍ
يُوقِنُونَ
Onlar hâlâ cahiliyyet
devrine ait hükmü mü istiyorlar? Ve
yakîn sahibi olan bir kavim için, Allah’tan daha güzel kim hüküm verir.(Maide-50)
Cahiliyye kavramını Ragıb
el-İsfehanî üç şekilde tarif etmiştir.
1- İnsanın
bilgiden yoksun olmasıdır. Asıl olan budur.
2- Bir
şeye, olduğundan başka bir şekilde inanmaktır.
3-
Bir şeye, hak ettiğinden başka bir şekilde davranmaktır.
Bunu
yaparken ister doğru bir inanca sahib olsun, isterse yanlış bir inanca dayansın
fark etmez, namazı bilerek terkeden biri gibi…
Yüce
Allah Kuran’ı Kerîm’de
“Bizimle alay mı ediyorsun? deyince, o da
onlara: ‘Cahillerden biri olmaktan Allah’a sığınırım’ dedi.”(Bakara, 2/67) âyeti bu anlamdadır. Ayet
alay etmeyi bir cahillik olarak tanımlamıştır.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Yoksa cahillikle (biceheleti) bilmeyerek bir
topluluğa karşı kötülük edersiniz...” (Hucurat, 49/6)
Cahil kavramı; Bazen yerme bağlamında gündeme gelir,
genelde bu anlamda kullanılır. Bazende yermeanlamında kullanılmaz.
Şöyleki:
“Hayaları yüzünden bilmeyenlerin (el-cahilu)
zengin sandıkları...” (Bakara, 2/273)
Bu ayetin metninde geçen cahil kavramı, onların hallerini bilmeyen
demektir. Yoksa yerilmiş olan cahillik değildir.1
Cahiliyye kavramı; Vahyi ve onun gönderildiği Peygamberlerleri esas almayan
bütün anlayışların veya toplulukların ortak adıdır. Bu topluluklar ictimai hayatlarında; yani evlerinde, ailevi ilişkilerinde, mahallede,
komşuluk ilişkilerinde, şehirde, toplumsal ilişkilerde, aynı zamanda iktisadi
hayatlarında; gündelik ticaretlerinde veyahut ona bağlı kurum ve kuruluşlarında,
siyasi hayatlarında; yani sosyal ve iktisadi meselelerde aralarında adaletin,
düzenin ve nizamın tesis edilebilmesi için vazgeçilemez bir unsur olan, kendisi
yasama (hüküm koyma), yürütme (hükmü icra etme), ve yargı (muhakeme etme) gibi
kurumlarıyla ortaya çıkan devlet hayatlarında vahiyden ve Peygamberlerin onlara
tavsiye ettiği hükümlerin ve doğru yolun, zıddına inanıp hareket etmektedirler.Bu cahiliyye toplumlarının ortak özellikleridir. Onlar
vahyi ve Peygamberleri reddederler, şeytana ve hevalarına veyahutta daha
önceden şeytana ve hevalarına uymuş olan kendileri gibi cahil olan atalarına tabi
olurlar. Nitekim Allah (c.c.) Kuran’ı Kerim’de şöyle
buyurmaktadır:
وَإِذَا
قِيلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَا أَنزَلَ اللّهُ قَالُواْ بَلْ نَتَّبِعُ مَا
أَلْفَيْنَا عَلَيْهِ آبَاءنَا أَوَلَوْ كَانَ آبَاؤُهُمْ لاَ يَعْقِلُونَ شَيْئاً
وَلاَ يَهْتَدُونَ
“Ve onlara: ‘Allah’ın indirdiği hükümlere tâbî
olun denildiğinde, derler ki biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (yola)
tâbî oluruz.’ dediler. Eğer, onların ataları hiçbir şeyi akıl etmiyor ve hidayete
ermemiş olsalar bile mi?” (Bakara,
2/170)
Cahiliyye toplumu ki bunlar Kur’an’a göre necis toplumlardır; bu ayette
görüldüğü gibi kendilerine şeriate uyun, denildiğinde onlar çok açık bır
şekilde kalplerinde hiç şüphe duymadan bu teklifi redderek inkârlarının
gereğini yerine getiriyorlar. Peki, bugün İslam toplumları ki bu aynı zamanda
şeriate teslim olmuş toplumlardır, imanlarının gereği olan net tavrı göstererek
cahiliyye’nin laik ve demokratik gayri şer’i olan düzenlerini ve hükümlerini
reddedebiliyorlarmı? Edemiyorlar, çünkü günümüzde küfür; ifrat ve tefrit
arasında çok bulanık bir durum arz etmektedir. Aslında bu
iman realitesinin çok iyi tespit edilmemiş olmasındandır. Bu yüzden küfür, tuğyan ve laiklik davetçileri, kendilerini bir takım
paravanların arkasına saklayarak gizliyebilmişlerdir. O hale
gelmiştir ki bunların bayrak ve filamaları İslam diyarı üzerinde rahatlıkla
dalgalanır hale gelmiştir. İşgal altındaki İslam topraklarında laiklik ve
demokrasi adına gayri İslami iktidarları ellerinde tutan devletler “Hakimiyyet
yanlız Allah’a aittir,” (Yusuf, 12/40-67 ve Enam, 6/57) hükmü ilahisine rağmen
atalarının izinden giden modern cahiliyye olan tağutlar kendi hevalarından
uydurdukları anayasalarında hakimiyyetin Allah’a ait olmadığını “hakimiyyetin
kayıtsız şartsız milletin” yani insanların olduğunu ve kanun koyma hakkında
onların adına millet vekillerinin yegane kanun koyucu olduğuna inanıyor ve
inandıkları uğrunda malları ve canları bahasına mücadele ediyorlar.2
Şaşılacak
bir şeydir ki bu inanç ve icraatlarıyla ben müslümanım Allah’a ve onun dinine
şeriatine teslim oldum diyen topluluklardan güç alıp iktidar oluyor ve
iktidarlarını devam ettirebiliyorlar! Ve aynı düşüncede olupta bu gayri İslami
sistemleri destekleyen cahiliyye sisteminin Bel’am bin Baura’sının çağdaş
uzantıları olan dalkavuk kılıklı bel’amlar, şeyh diye, hoca diye, bu müslüman
toplumlarda itibar görüyor!
Gerçekten
de şaşılacak birşey! Ya bu toplumlar artık müslüman değiller.Yada müslüman
olduklarını söylüyorlarsa, o kitleleri
Ahir
zaman ümmetinin zayıflık ve garipliğinden dolayıdır ki, fitne ortalığı kaplamış
durumdadır. Hatta, tevhide sarılan tekfirci, sünnete sarılan bidatçi
Firavunların,
Nemrudların veyahutta Ebu Cehillerin çağdaş cahili ve tağuti uzantıları
müslüman maskesi altında müminlerin öncüleri kılığına girmiş, zındıklar ise
zahid insanların görünümüne bürünmüştür.
Artık
bid’atçiler sünnet ehli olarak görülür hale gelmiş, kafir ve günahkarlarda, adalet
ve takva ehli konumunda anılmaya başlanmştır. Ancak herşeye rağmen İslam
ümmetinden azda olsa bir gurup hak üzere kaîm olmaya devam etmiştir. Bu
muvahhidler her çağda küfür, şirk, günah, fısk, bid’at ve hurafeyle, ki bunlar
gerek eski gerekse de tıpkı bir virüs gibi kendini değiştiren ve yenileyen
modern cahiliyyenin şubeleridir. Bunlarla mücadeleyi sürdürmüşlerdir.
Ne yazık ki İslamî gayret ve çaba bu pis ilhadî akımı durdurmaya
muktedir olamamaktadır. Çünkü bu pisliğin davetçileri, bizim kılığımızda ve
bizim ifadelerimizi kullanmaktadırlar. Artık öyle bir hale geldik ki, bunlara
göre müslüman’ın tarifi mürcie’yi bile
şaşırtacak bir hal almıştır.
Murcie; “Kelime-i Şehadeti söyleyip şirk koşmayarak, farzları yapmasa
da, dağ kadar günah işlesede, kurtulmuştur, azab görmeyecektir”, demektedirler.
Bugünlerde ise bu tarif şöyledir. Kim kelime’i şehadeti söylerse; şirk de
işlese şeriatı hakir de görse veya bunu hakir gören Allah’ın indirdikleriyle
hükmetmeyenleri hoşgörüp, onları oylarıyla desteklese de kurtulmuştur. Bu İslam’a yapılmış korkunç bir iftira ve
saptırmadır. Allah’ın şeriatini istememek onun hükümlerini bırakıpta cahiliyye’nin
hükümleriyle hükmetmek apaçık Allah’a yapılmış bir şirk’tir. Kuran’da şöyle
buyurulmaktadır:
ذَلِكَ لِمَن يَشَاء وَمَن يُشْرِكْ بِاللّهِ فَقَدِ افْتَرَى
إِثْمًا عَظِيمًا إِنَّ اللّهَ لاَ يَغْفِرُ أَن يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا
دُونَ
“Muhakkak
ki Allah, O’na şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki şeyleri dilediği
kimse için bağışlar. Ve kim Allah’a şirk koşarsa, o taktirde büyük bir günah
işleyerek iftira etmiştir”.(Nisa, 4/48)
İşte bu kısır eksik ve yanlış düşünceden dolayı bugün yeryüzünü şirk ve
müşrik fırtınası kaplamıştır. Doğal olarakta cehalet her tarafı istila
etmiştir. İlim; özellikle her şeyin özü olan tevhid ilmi, neredeyse ortadan
kalkma durumuna gelmiştir.
Şavaşlar ve insan öldürmeler, fuhuş ve ahlaksızlık, faizcilikten ve
zekat sisteminin çalıştırılmamasından kaynaklanan gelir dağılım adaletsizliği, hırsızlık,ırkçılık,kan
davası, toplumsal huzursuzluk ve bunalımlar vs. yani kısacası “CAHİLİYYE” Şeytan ve onun insanlardan
olan kafir askerleri tarafından yeniden hortlatılıp hayata hakim kılınmış ve
devlet tarafından, değiştirilmesinin teklif edilmesi bile anayasa’nın 1. kısmının ilk üç
maddesince suç sayılmıştır.
Onlar ataları’nın
izini takip edip vazifelerini yapıyor ve bu vazifeyi malları ve canları
pahasına yapacaklarını da beyan ediyorlar. Peki, ya biz!.. Allah’a ve ahirete
inanan ve O’nun velisi, askerleri olduğunu söyleyen mü’minler!? Biz mü’minlere düşen Allah’ın nuru ve hidayeti, pak, temiz ve
toplumsal huzurun kaynağı olan şeriatı ve onun hükümlerini hayata ve onun bir
gereği olan kurum ve kuruluşlara hakim kılabilmek için samimiyetle, canla-başla
çalışmak ve en gür sesimizle son nefesimize kadar çalışacağımızı haykırmaktır. Bu,
bizim Allah’a karşı en büyük kulluk vazifemizdir. Ancak bunu yaptıktan sonra
büyük günahlardan kaçınmak, farzları ikâme etmek gibi kulluk vazifelerimizin
bize faydası olabilir. Buradan hareketledir ki Rabbimizden hakkıyla şeytanı,
cahiliyye hayatını güvence altına alan tağut’u reddetmeyi, O’nun ve dininin
askerleri ve yardımcıları olmayı bize nasib etmesini diliyoruz.
Bu izahatları yaptıktan sonra konunun
daha iyi anlaşılabilmesi için bazı müfessirlerimizin
görüşlerine müracat edelim.
İbni Kesir
(rha) Maide suresinin 50. Ayetinin tefsirinde meseleyi şöyle izah
eder:
“Câhiliyet hükmünü mü istiyorlar? Ama yakın getiren bir kavim için,
Allah’tan daha iyi hüküm veren kimdir? ‘Bütün hayırları ihtiva
Allah Teâlâ; her şeyi bilendir, her şeye kadir olandır, her şeyde âdil
olandır.
İbn Ebu Hatim der ki: Bana babam... Ebu Ubeyde
en-Nâcî’den nakletti ki; o, Hz. Hasan’ın şöyle dediğini duydum demiştir: Allah’ın
hükmünden başka bir hükümle hükmedenin hükmü, câhiliyyet hükmüdür. Yûnus İbn Abd’ül-A’lâ...
Ebu Necîh’ten nakleder ki; o, şöyle demiştir: Tâvûs’a, karşılıksız ikram
konusunda çocuklarım arasında tercih yapayım mı? diye sorulduğunda; o, ‘câhiliyyetin
hükmünü mü istiyorlar?’ âyetini okumuş.
Hafız Taberânî der ki: Ahmed İbn Abdülvehhâb... Abdullah îbn Abbâs’m şöyle
dediğini rivayet etmiştir: Allah’ın Rasûlü buyurdu ki: İnsanlar arasında Allah’ın
en çok nefret ettiği kişi; İslâm’da câhiliyyet âdeti peşinde koşan ve haksız
yere bir kişinin kanını talep edip akıtmak isteyendir. Buhârî bu hadîsi Ebu’l-Yemmân’dan
kendi isnâdıyla aynı şekilde rivayet etmiştir.”3
Fahreddin’i Razi
(rha) ise bu ayet hakkında şunları nakletnektedir:
Mukâtil
şöyle demiştir: “Allah (c.c.), Hz. Muhammed (s.a.s.)’i Peygamber olarak
göndermeden önce, Kurayza ile Nadir oğulları arasında bir
Şu da ileri sürülmüştür: Onların zayıflarına, güçsüz ve arkasız kimselerine
bir hüküm vacip olduğu zaman, onlar bu kimseleri, o hükmü yerine getirmeye
mecbur tutuyorlardı. Ama onların güçlü ve arkalı olanlarına, zenginlerine ise
bir hüküm vacip olduğunda, o zaman onlar o kimseyi bundan sorumlu tutmazlar ve
cezanın uygulanmasını istemezlerdi. İşte Cenâb-ı Hak bu âyet ile, onları
böylesi davranıştan men etmiştir.
2) Bu âyetle, yahudilerin ehl-i kitap ve ilim sahibi olmalarına rağmen,
sırf cehalet ve apaçık bir hevâ ve arzu demek olan câhiliyye hükmünü arayıp
peşine düştükleri için, onları ayıplamak mânası kastedilmiştir.
Daha sonra Allah, “Şüphesiz ve katî bir kanâate sahip olacak bir kavm
için, hükmü Allah’tan daha güzel kim olabilir ki!” buyurmuştur. Likavmi (Kavimiçin)
kelimesinin başındaki “lâm”, tıpkı “Hayte leke” kelimesindeki “daha ne
duruyorsun, geliver” (Yusuf,12/23)tabirinde olduğu gibi, beyân içindir. Yani bu hitap, ve bu soru, yakînen inanan
kimseler içindir. Çünkü, hüküm bakımından Allah’tan daha âdil ve beyân
bakımından daha güzel olan hiç kimsenin bulunmadığını, ancak bunlar bilirler,
anlarlar manasındadır.4
Seyyid Kutub (Rh.a.) da meseleyi şu şekilde açıklamıştır
“O halde onların arasında Allah’ın indirdiği ayetlere göre hüküm ver,
onların keyfi arzularına uyma, onların seni Allah’ın indirdiği hükümlerin bir
kısmından bile şaşırtmalarından sakın,
Yoksa istedikleri cahiliye düzeni midir? Kesin inançlılara göre Allah’ın
düzeninden, Allah’ın verdiği hükümden daha iyisi düşünülebilir mi hiç?”
“O halde onların arasında Allah’ın indirdiği ayetlere göre hüküm ver,
onların keyfi arzularına uyma, onların seni Allah’ın indirdiği bükümlerin bir
kısmından bile şaşırtmalarından sakın!”
Evet! Allah’tan
daha iyi hüküm koyabilecek olan kim vardır?
İnsanlar için
Allah’ın şeriatından ve hükmünden daha iyi bir şeriat ve hüküm
belirleyebileceği iddiasında bulunmaya kim kalkışabilir?
Böylesi büyük bir
iddiaya kalkıştığında, bunu hangi gerekçeyle açıklayabilir?
Bu iddiaya
kalkışan, insanları, onların yaratıcısından daha iyi tanıdığını söyleyebilir
mi? İnsanlara karşı, onların rabbinden daha hoşgörülü olduğunu ileri sürebilir
mi? İnsanlar için en uygun olanı, onların yararını Allah’tan daha iyi gözetiyorum
diyebilir mi? Nihai şeriatını gönderen, son Peygamberini gönderen, onu Peygamberlerin
sonuncusu, getirdiği mesajı kitapların sonuncusu kılan, İslâm şeriatını
kıyamete dek geçerli olarak niteleyen Allah’ın durumların değişebileceğini,
yeni gereksinimlerin ortaya çıkacağını, farklı koşullar söz konusu
olabileceğini bilemediğini iddia edebilir mi? Bir insan, Allah tüm bunları
bilemediği için şeriatında belirtmemişti, ancak bugün işte tüm bunlar bizler
tarafından kavranmıştır diyebilir mi?
Allah’ın şeriatını
yaşamdan koparan, onun yerine cahiliyye şeriatını, cahiliyye hükmünü ikame
Özellikle de
kendini müslüman olarak adlandıran bir insan, bu türden sözler edebilir mi?
İçinde
bulunduğumuz koşullarmış. Durum çok değişmişmiş! İnsanların istememesiymiş!
Düşmanlardan çekinmemiz gerekirmiş! Allah müslümanlardan kendi aralarında
şeriatını yürürlüğe koymalarını, Kur’an doğrultusunda hayat sürmelerini,
onlardan kimi insanların kendilerini indirdiği şeriatından ufacık bir noktada
bile şaşırtmalarından sakınmalarını isterken, daha sonra olup bitecek herşeyi
bilmiyor muydu?
Beklenmedik
gereksinimler, yenilenen koşullar ve görmezlikten gelinemeyecek durumları,
Allah’ın şeriatı ihata edemeyecek denli eksikmiş! Bu nasıl iddia edilebilir?
Şeriatından ödün verilmemesi için bu denli kesin bir ifade ‘ kullanan ve
insanları özenle uyaran Allah, tüm bunların olacağını bilmiyor muydu?
Bu konuda,
müslüman olmayan bir kimse dilediğince konuşabilir. Ama müslüman olan ya da
müslüman olduğunu iddia
Bu, tam bir yol
ayrımıdır.
Ya İslâm, ya
cahiliyye! Ya iman, ya küfür. Ya Allah’ın hükmü ya cahiliyye düzeni.
Allah’ın
indirdiği ayetlere göre hüküm vermeyenler, kafirlerin, zalimlerin, fasıkların
ta kendileridirler. Yönetilenlere karşı Allah’ın hükmüyle hükmetmeyenler,
kesinlikle mümin değildirler.
Bu meseleyi
müslüman, kesin ve net bir biçimde kafasına yerleştirmelidir. Yaşadığı çağda,
insanlara karşı Allah’ın hükmünü uygulama noktasında asla tereddüde
düşmemelidir. Bu gerçeğin zorunlu sonucu olarak, dosta da düşmana da Allah’ın
şeriatını uygulamalı ve de bunun neticesine katlanmalıdır.
Müslüman bu
meseleyi kafasına net olarak yerleştiremezse, bir türlü istikrara
kavuşamayacak, kendini yöntem kargaşasının içinde bulacak, hak ile batılı
birbirinden ayıramayacak, doğru yolda bir adım bile ilerleme
kaydedemeyecektir... Bu meselenin sıradan insanların kafasında bu denli
netleştirilemeyeceği doğru
Prof.Vehbe Zuhayli ise meseleyi 48.
ve 49.Ayetlerle bağlantılı olarak izah etmektedir:
“
“ Ve aralarında Allah’ın
indirdiği ile hükmet. Onların hevalarına uyma! Allah’ın
“ Onlar cahiliye hükmünü mü istiyorlar? Ama
yakîne sahip bir kavim için Allah’tan daha iyi kim hüküm verebilir!”
Nüzul Sebebi
“Ve aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet” ayetinin nüzulü ile ilgili
olarak İbni İshâk, İbni Abbas’ın şöyle dediğini rivayet etmektedir: Ka’b b.
Esid, Abdullah b. Suriye ve Şâs b. Kays: “Haydi Muhammed’e gidelim, belki onu
dininden çevirebiliriz” deyip yanına vardılar ve: “Ey Muhammed!” dediler. “Sen
de biliyorsun ki bizler Yahudilerin ileri gelen ilim adamları, eşrafı ve
efendileriyiz. Bizler
“Onlar cahiliye hükmünü mü istiyorlar?” buyruğunda Zemahşerî’nin de
dediği gibi iki vecih vardır:
1- Kurayza oğulları ile Nadîr oğulları Hz. Peygamberden
cahiliye ehlinin hükmettikleri şekilde maktuller arasında üstünlüğü esas alacak
şekilde hüküm vermesini istediler. Resulullah (s.a.s.)’ın onlara: “Maktuller
arasında fark yoktur” dediği rivayet edilmektedir. Bunun üzerine Nadîr
oğulları: “Biz buna razı olmayız” deyince bu ayet-i kerime nazil olmuştur.
2- İkincisi ise bu Yahudilere Kitab Ehli ve
ilim ehli oldukları halde heva olup kitaptan sadır olmayan bir cehil yani Yüce
Allah’tan bir vahye raci olmayan, bir heva olan cahiliye dininin hükmünü
aradıkları için bir ayıplamadır.
el-Hasen’den nakledildiğine göre bu buyruklar, Allah’ın hükmünden başkasını
arayan herkes hakkında umumidir. Hüküm ise iki türlüdür: Birisi bilerek hüküm
vermektir ki, bu da Allah’ın hükmüdür, diğeri ise bilgisizce hüküm vermektir;
bu da şeytanın hükmüdür.6
İmam İbni Kayyım El-Cevziyye de bu
ayet hakkında şunları kaydeder:
Cenab-ı
Allah bu ayet-i kerimelerde indirmiş olduğu ahkâmın dışındaki bir hükmün mutlak
surette heva ve hevese, nefse tabi olmak anlamını içerdiğini gayet açık bir
şekilde haber vermektedir ve bize bunu anlatmaktadır. Allah’ın hükmünün dışında
bir hüküm ve Allah’ın hükmünün dışına çıkaran bir hüküm de tamamen bir cahiliye
hükmüdür. Bütün bu görüşler ve akla dayalı olarak ortaya konmaya çalışan
muhalif ve aykırı düşünceler tamamen Rasulullah (s.a.s.)’in getirmiş olduğu
ahkâma muhalif ve aykırıdır. Bunlar da gayet net ve açık olarak heva ve hevesin
hükümlerinin sonucu ve cahiliye hükümlerinin de ta kendisidir. Bu durum aynen
müşriklerin kendi putlarına veya tapındıkları taşlarına ilah adını vermeleri
gibi bu hükümlere akli ve yakinî burhan ve deliller diyen ve insanlar için
konmuş hükümler olduğunu iddia edenlerin hükümlerine benzemektedir.
Münafıkların da aynı şekilde yeryüzünde asla fesad çıkarmadıklarını, onların
yaptıkları işin kalpleri her türlü ıslah ve ihsandan uzak tutup, imana ve
iyiliklere ıslaha ve her türlü güzelliğe kapalı tutmanın fesad olduğunun
farkına varmamalarına benzemektedir.
İbni Ebi Hatim (Rh.a.)
Tefsirinde bu ayetle ilgili olarak Hz.Hasan’dan şu hadisi nakleder ki, O aynı
zamanda İbni Kesir’inde ravilerindendir.
حدثنا أبى
ثنا هلال بن الفياض بن أبو عبيدة الناجي قال : سمعت الحسن يقول : من حكم بغير حكم
الله فحكم الجاهلية
İbni Ebu Hatim
dedi ki: Bana Babam dedi ki, O Halil Bin Fayyad Bin Ebu Ubeyde En-Naci’den, O
dedi ki : “Hz.Hasan’ın şöyle dediğini duydum: Kim Allah’ın hükmünden başka bir
hükümle hükmederse, cahiliyyenin hükümleriyle hükmetmiş olur.”8
Sonuç olarak şunu
diyoruz ki; Allah (c.c.) Mü’min’leri “Cahiliyye” den ve onun hükümleriyle
hükmetmekten muhafaza buyursun.
Mü’min’lere cahiliyye’yi
reddetmeyi ve Allah’ın hükümleriyle hükmetmeyi, Devleti-İslamiyye’yi nasib
etsin. İnşaallah.
1- (El-müfredat Ragıb el-ısfehani Cilt -1 sf:271 Çıra yayınları)
2- (bkz.TC
anayasası, 3. kısım, cumhuriyetin temel organları, 1. bölüm, yasama,madde:87-88-89)
3- (İbni Kesir Hadislerle Kuran’ı Kerim tefsiri Maide suresi 5/50.ayetin
tefsiri bölümü.)
4- (Fahruddin Er-Razi Tefsiri Kebir
Maide suresi 5/50.Ayetinin tefsiri bölümü.)
5- (Seyyid
Kutup Fizilal-İl Kur’an Maide Suresi 5/50.Ayetin Tefsiri Bölümü.)
6- (Prof. Vehbe Zuhayli Tefsir-ul Munir Maide Suresi 5/48-49-50.Ayetlerin
Tefsiri Bölümü.)
7- (İmam İbni Kayyım El-Cevziyye Et-Tefsirul Kayyım Maide Suresi
5/50.Ayetinin tefsiri Bölümü.)
8- (İbni Ebu Hatim (Muhammed Bin İdris)Tefsiri Maide suresi 5/50.Ayetin
Tefsiri Bölümü.)
.
“Bu,
tam bir yol ayrımıdır.
Ya İslâm, ya cahiliyye! Ya iman, ya küfür. Ya Allah’ın hükmü ya
cahiliyye düzeni.”
SPOT İÇİNDİR.
Cahiliyye kavramı; Vahyi ve onun gönderildiği Peygamberlerleri esas almayan bütün anlayışların veya toplulukların ortak
adıdır… Sosyal, iktisadi, adalet,yasama,yürütme, hükmü
ve yargı gibi
kurumlarıyla… devlet hayatlarında vahiyden ve peygamberlerin onlara
tavsiye ettiği hükümlerin ve doğru yolun, zıddına inanıp hareket etmektedirler.
Şaşılacak bir şeydir ki bu inanç ve
icraatlarıyla ben müslümanım Allah’a ve onun dinine şeriatine teslim oldum
diyen topluluklardan güç alıp iktidar oluyor ve iktidarlarını devam
ettirebiliyorlar!... Bel’am bin Baura’sının
çağdaş uzantıları olan dalkavuk kılıklı bel’amlar, şeyh diye, hoca diye, bu
müslüman toplumlarda itibar görüyor!
“Bu meseleyi müslüman, kesin ve net bir
biçimde kafasına yerleştirmelidir. Yaşadığı çağda, insanlara karşı Allah’ın
hükmünü uygulama noktasında asla tereddüde düşmemelidir. Bu gerçeğin zorunlu
sonucu olarak, dosta da düşmana da Allah’ın şeriatını uygulamalı ve de bunun
neticesine katlanmalıdır.” |