30 Nisan 2024 - Salı

Şu anda buradasınız: / ÇAĞDAŞ CAHİLİYYE VE TEVHİD MÜCADELEMİZ
ÇAĞDAŞ CAHİLİYYE VE TEVHİD MÜCADELEMİZ

ÇAĞDAŞ CAHİLİYYE VE TEVHİD MÜCADELEMİZ Nasruddin Yasin

أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللّهِ حُكْمًا لِّقَوْمٍ يُوقِنُونَ

Onlar hâlâ cahiliyyet devrine ait hükmü mü istiyorlar? Ve yakîn sahibi olan bir kavim için, Allah’tan daha güzel kim hüküm verir.(Maide-50)

 

Cahiliyye kavramını Ragıb el-İsfehanî üç şekilde tarif etmiştir.

1-   İnsanın bilgiden yoksun olmasıdır. Asıl olan budur.

2-   Bir şeye, olduğundan başka bir şekilde inanmaktır.

3- Bir şeye, hak ettiğinden başka bir şekilde davranmaktır.

Bunu yaparken ister doğru bir inanca sahib olsun, isterse yanlış bir inanca dayansın fark etmez, namazı bilerek terkeden biri gibi…

Yüce Allah Kuran’ı Kerîm’de

“Bizimle alay mı ediyorsun? deyince, o da onlara: ‘Cahillerden biri olmaktan Allah’a sığınırım’ dedi.”(Bakara, 2/67) âyeti bu anlamdadır. Ayet alay etmeyi bir cahillik olarak tanımlamıştır.

Yüce Allah şöyle buyuruyor:

Yoksa cahillikle (biceheleti) bilmeyerek bir topluluğa karşı kötülük edersiniz...” (Hucurat, 49/6)

Cahil kavramı; Bazen yerme bağlamında gündeme gelir, genelde bu anlamda kullanılır. Bazende yermeanlamında kullanılmaz.

Şöyleki: “Hayaları yüzünden bilmeyenlerin (el-cahilu) zengin sandıkları...” (Bakara, 2/273)

Bu ayetin metninde geçen cahil kavramı, onların hallerini bilmeyen demektir. Yoksa yerilmiş olan cahillik değildir.1

Cahiliyye kavramı; Vahyi ve onun gönderildiği Peygamberlerleri esas almayan bütün anlayışların veya toplulukların ortak adıdır. Bu topluluklar  ictimai hayatlarında; yani  evlerinde, ailevi ilişkilerinde, mahallede, komşuluk ilişkilerinde, şehirde, toplumsal ilişkilerde, aynı zamanda iktisadi hayatlarında; gündelik ticaretlerinde veyahut ona bağlı kurum ve kuruluşlarında, siyasi hayatlarında; yani sosyal ve iktisadi meselelerde aralarında adaletin, düzenin ve nizamın tesis edilebilmesi için vazgeçilemez bir unsur olan, kendisi yasama (hüküm koyma), yürütme (hükmü icra etme), ve yargı (muhakeme etme) gibi kurumlarıyla ortaya çıkan devlet hayatlarında vahiyden ve Peygamberlerin onlara tavsiye ettiği hükümlerin ve doğru yolun, zıddına inanıp hareket etmektedirler.Bu cahiliyye toplumlarının ortak özellikleridir. Onlar vahyi ve Peygamberleri reddederler, şeytana ve hevalarına veyahutta daha önceden şeytana ve hevalarına uymuş olan kendileri gibi cahil olan atalarına tabi olurlar. Nitekim Allah (c.c.) Kuran’ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:

وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَا أَنزَلَ اللّهُ قَالُواْ بَلْ نَتَّبِعُ مَا أَلْفَيْنَا عَلَيْهِ آبَاءنَا أَوَلَوْ كَانَ آبَاؤُهُمْ لاَ يَعْقِلُونَ شَيْئاً وَلاَ يَهْتَدُونَ

“Ve onlara: ‘Allah’ın indirdiği hükümlere tâbî olun denildiğinde, derler ki biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (yola) tâbî oluruz.’ dediler. Eğer, onların ataları hiçbir şeyi akıl etmiyor ve hidayete ermemiş olsalar bile mi?” (Bakara, 2/170)

Cahiliyye toplumu ki bunlar Kur’an’a göre necis toplumlardır; bu ayette görüldüğü gibi kendilerine şeriate uyun, denildiğinde onlar çok açık bır şekilde kalplerinde hiç şüphe duymadan bu teklifi redderek inkârlarının gereğini yerine getiriyorlar. Peki, bugün İslam toplumları ki bu aynı zamanda şeriate teslim olmuş toplumlardır, imanlarının gereği olan net tavrı göstererek cahiliyye’nin laik ve demokratik gayri şer’i olan düzenlerini ve hükümlerini reddedebiliyorlarmı? Edemiyorlar, çünkü günümüzde küfür; ifrat ve tefrit arasında çok bulanık bir durum arz etmektedir. Aslında bu iman realitesinin çok iyi tespit edilmemiş olmasındandır. Bu yüzden küfür, tuğyan ve laiklik davetçileri, kendilerini bir takım paravanların arkasına saklayarak gizliyebilmişlerdir. O hale gelmiştir ki bunların bayrak ve filamaları İslam diyarı üzerinde rahatlıkla dalgalanır hale gelmiştir. İşgal altındaki İslam topraklarında laiklik ve demokrasi adına gayri İslami iktidarları ellerinde tutan devletler “Hakimiyyet yanlız Allah’a aittir,” (Yusuf, 12/40-67 ve Enam, 6/57) hükmü ilahisine rağmen atalarının izinden giden modern cahiliyye olan tağutlar kendi hevalarından uydurdukları anayasalarında hakimiyyetin Allah’a ait olmadığını “hakimiyyetin kayıtsız şartsız milletin” yani insanların olduğunu ve kanun koyma hakkında onların adına millet vekillerinin yegane kanun koyucu olduğuna inanıyor ve inandıkları uğrunda malları ve canları bahasına mücadele ediyorlar.2

Şaşılacak bir şeydir ki bu inanç ve icraatlarıyla ben müslümanım Allah’a ve onun dinine şeriatine teslim oldum diyen topluluklardan güç alıp iktidar oluyor ve iktidarlarını devam ettirebiliyorlar! Ve aynı düşüncede olupta bu gayri İslami sistemleri destekleyen cahiliyye sisteminin Bel’am bin Baura’sının çağdaş uzantıları olan dalkavuk kılıklı bel’amlar, şeyh diye, hoca diye, bu müslüman toplumlarda itibar görüyor!

Gerçekten de şaşılacak birşey! Ya bu toplumlar artık müslüman değiller.Yada müslüman olduklarını söylüyorlarsa, o kitleleri sanaarz ve şikayet ediyoruz Ya Rabbi! Sen onları bizim elimizle ıslah et, eğer ki ıslah olmazlarsa bundan dolayı bize azab etme Ya Rabbi!  

Ahir zaman ümmetinin zayıflık ve garipliğinden dolayıdır ki, fitne ortalığı kaplamış durumdadır. Hatta, tevhide sarılan tekfirci, sünnete sarılan bidatçi kabul edilir olmuştur.

Firavunların, Nemrudların veyahutta Ebu Cehillerin çağdaş cahili ve tağuti uzantıları müslüman maskesi altında müminlerin öncüleri kılığına girmiş, zındıklar ise zahid insanların görünümüne bürünmüştür.

Artık bid’atçiler sünnet ehli olarak görülür hale gelmiş, kafir ve günahkarlarda, adalet ve takva ehli konumunda anılmaya başlanmştır. Ancak herşeye rağmen İslam ümmetinden azda olsa bir gurup hak üzere kaîm olmaya devam etmiştir. Bu muvahhidler her çağda küfür, şirk, günah, fısk, bid’at ve hurafeyle, ki bunlar gerek eski gerekse de tıpkı bir virüs gibi kendini değiştiren ve yenileyen modern cahiliyyenin şubeleridir. Bunlarla mücadeleyi sürdürmüşlerdir.

Ne yazık ki İslamî gayret ve çaba bu pis ilhadî akımı durdurmaya muktedir olamamaktadır. Çünkü bu pisliğin davetçileri, bizim kılığımızda ve bizim ifadelerimizi kullanmaktadırlar. Artık öyle bir hale geldik ki, bunlara göre müslüman’ın tarifi  mürcie’yi bile şaşırtacak bir hal almıştır.

Murcie; “Kelime-i Şehadeti söyleyip şirk koşmayarak, farzları yapmasa da, dağ kadar günah işlesede, kurtulmuştur, azab görmeyecektir”, demektedirler. Bugünlerde ise bu tarif şöyledir. Kim kelime’i şehadeti söylerse; şirk de işlese şeriatı hakir de görse veya bunu hakir gören Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenleri hoşgörüp, onları oylarıyla  desteklese de kurtulmuştur. Bu İslam’a yapılmış korkunç bir iftira ve saptırmadır. Allah’ın şeriatini istememek onun hükümlerini bırakıpta cahiliyye’nin hükümleriyle hükmetmek apaçık Allah’a yapılmış bir şirk’tir. Kuran’da şöyle buyurulmaktadır:      

ذَلِكَ لِمَن يَشَاء وَمَن يُشْرِكْ بِاللّهِ فَقَدِ افْتَرَى إِثْمًا عَظِيمًا إِنَّ اللّهَ لاَ يَغْفِرُ أَن يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ 

 

“Muhakkak ki Allah, O’na şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki şeyleri dilediği kimse için bağışlar. Ve kim Allah’a şirk koşarsa, o taktirde büyük bir günah işleyerek iftira etmiştir”.(Nisa, 4/48)

İşte bu kısır eksik ve yanlış düşünceden dolayı bugün yeryüzünü şirk ve müşrik fırtınası kaplamıştır. Doğal olarakta cehalet her tarafı istila etmiştir. İlim; özellikle her şeyin özü olan tevhid ilmi, neredeyse ortadan kalkma durumuna gelmiştir.

Şavaşlar ve insan öldürmeler, fuhuş ve ahlaksızlık, faizcilikten ve zekat sisteminin çalıştırılmamasından kaynaklanan gelir dağılım adaletsizliği, hırsızlık,ırkçılık,kan davası, toplumsal huzursuzluk ve bunalımlar vs. yani kısacası “CAHİLİYYE” Şeytan ve onun insanlardan olan kafir askerleri tarafından yeniden hortlatılıp hayata hakim kılınmış ve devlet tarafından, değiştirilmesinin teklif edilmesi  bile anayasa’nın 1. kısmının ilk üç maddesince suç sayılmıştır.

Onlar ataları’nın izini takip edip vazifelerini yapıyor ve bu vazifeyi malları ve canları pahasına yapacaklarını da beyan ediyorlar. Peki, ya biz!.. Allah’a ve ahirete inanan ve O’nun velisi, askerleri olduğunu söyleyen mü’minler!?  Biz mü’minlere düşen  Allah’ın nuru ve hidayeti, pak, temiz ve toplumsal huzurun kaynağı olan şeriatı ve onun hükümlerini hayata ve onun bir gereği olan kurum ve kuruluşlara hakim kılabilmek için samimiyetle, canla-başla çalışmak ve en gür sesimizle son nefesimize kadar çalışacağımızı haykırmaktır. Bu, bizim Allah’a karşı en büyük kulluk vazifemizdir. Ancak bunu yaptıktan sonra büyük günahlardan kaçınmak, farzları ikâme etmek gibi kulluk vazifelerimizin bize faydası olabilir. Buradan hareketledir ki Rabbimizden hakkıyla şeytanı, cahiliyye hayatını güvence altına alan tağut’u reddetmeyi, O’nun ve dininin askerleri ve yardımcıları olmayı bize nasib etmesini diliyoruz.

         Bu izahatları yaptıktan sonra konunun daha iyi anlaşılabilmesi için bazı                       müfessirlerimizin görüşlerine müracat edelim.

İbni Kesir (rha)  Maide suresinin  50. Ayetinin tefsirinde meseleyi şöyle izah eder:       

“Câhiliyet hükmünü mü istiyorlar? Ama yakın getiren bir kavim için, Allah’tan daha iyi hüküm veren kimdir? ‘Bütün hayırları ihtiva eden, bütün kötülükleri yasaklayan, uydurma heves ve arzulara meyilden alıkoyan Allah’ın hükmünün dışına çıkanları Hak Teâlâ reddediyor’. Kulların kendi elleriyle koydukları ve Allah’ın şeriatına dayanmayan câhiliyyet hükümlerinin sapıklıklarını ve bilgisizliklerini reddediyor. Söz gelimi Tatarların, Cengiz Han diye bilinen krallarından alınma krallık buyrukları vardır ve bununla hüküm verirler. Nitekim bu yasayı onlara kral koymuştur. (Yasa kelimesini müellif yasak şeklinde kaydediyor.) Bu yasalar yahûdî, hristiyan ve İslâm dinine mensûb muhtelif milletlerden iktibas yoluyla tanzim edilmiş kanunlar topluluğudur. Ancak bu yasalar içerisinde birçoğu, Cengiz Han’ın mücerred görüş ve heveslerinden ibarettir. O bunu, çocukları için izlenen bir hüküm haline getirmiştir ki; onlar, Allah’ın Kitab’ından ve Rasûlullah’ın Sünneti’nden önce bu yasaya uyarlar. Onlardan böyle davrananlar kâfirdir, öldürülmeleri vâcibtir. Az veya çok hiçbir konuda Allah’tan başkasının hükmüne müracaat edilemez. Bunun için Allah Teâlâ; onlar, ‘Allah’ın hükmünden vazgeçip câhiliyyetin hükmünü mü tercih ediyor ve istiyorlar?’ buyuruyor. Halbuki Allah’ın şeriatından daha adaletli hüküm verecek kim vardır? Allah’ın şeriatına inanıp yakîn ve bilgi sahibi olanlar; Allah’ın hüküm verenlerin en iyisi olduğunu, mahlûkatına karşı annenin çocuğuna merhametinden daha merhametli davrandığını bilirler.

Allah Teâlâ; her şeyi bilendir, her şeye kadir olandır, her şeyde âdil olandır.
İbn Ebu Hatim der ki: Bana babam... Ebu Ubeyde en-Nâcî’den nakletti ki; o, Hz. Hasan’ın şöyle dediğini duydum demiştir: Allah’ın hükmünden başka bir hükümle hükmedenin hükmü, câhiliyyet hükmüdür. Yûnus İbn Abd’ül-A’lâ... Ebu Necîh’ten nakleder ki; o, şöyle demiştir: Tâvûs’a, karşılıksız ikram konusunda çocuklarım arasında tercih yapayım mı? diye sorulduğunda; o, ‘câhiliyyetin hükmünü mü istiyorlar?’ âyetini okumuş.
Hafız Taberânî der ki: Ahmed İbn Abdülvehhâb... Abdullah îbn Abbâs’m şöyle dediğini rivayet etmiştir: Allah’ın Rasûlü buyurdu ki: İnsanlar arasında Allah’ın en çok nefret ettiği kişi; İslâm’da câhiliyyet âdeti peşinde koşan ve haksız yere bir kişinin kanını talep edip akıtmak isteyendir. Buhârî bu hadîsi Ebu’l-Yemmân’dan kendi isnâdıyla aynı şekilde rivayet etmiştir.”3

Fahreddin’i Razi (rha) ise bu ayet hakkında şunları nakletnektedir:

 Mukâtil şöyle demiştir: “Allah (c.c.), Hz. Muhammed (s.a.s.)’i Peygamber olarak göndermeden önce, Kurayza ile Nadir oğulları arasında bir kan davası bulunmaktaydı. Cenâb-ı Hak Hz. Muhammed’i Peygamber olarak gönderince, bunlar Hz. Muhammed’in hakemliğine başvurdular. Bunlardan Kurayzaoğulları şöyle demişti: ‘Nadîroğulları bizim kardeşlerimizdir. Babamız, dinimiz ve kitabımız tektir.. Binâenaleyh, şayet Nadîroğulları bizden birisini öldürürse bize yetmiş ‘vesak’ (ölçek) hurma verirler. Eğer biz onlardan birisini öldürürsek, o zaman onlar bizden, yüz kırk ‘vesak’ hurma alırlar.. Bizi yaraladıkları zaman verecekleri diyet (erş), onların yaralanmalarına mukabil verilecek olan diyetin yarısıdır.. Binâenaleyh sen, bizimle onlar arasında hükmet... Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.): ‘Ben, Kurayzalı olan birisinin kanının, Nadiri! olan birisinin kanına; Nadirli birisinin kanının, Kurayzalı birisinin kanına denk ve müsavi olduğuna hükmediyorum… Bunlardan birisinin diğerine ne kan, ne diyet, nede ‘erş’ (yaralama diyeti) hususunda bir üstünlüğü yoktur’ dedi. Bunun üzerine Nadiroğulları kızarak, ‘Biz senin hükmüne razı olmuyoruz; çünkü sen bizim düşmanımızsın...’ dediler de, işte bunun üzerine de Cenâb-ı Hak, ‘Onlar hâlâ, câhiliyye hükmünü mü, yani câhiliyyedeki ilk hükümlerini mi arıyorlar?’ âyetini indirdi.”

Şu da ileri sürülmüştür: Onların zayıflarına, güçsüz ve arkasız kimselerine bir hüküm vacip olduğu zaman, onlar bu kimseleri, o hükmü yerine getirmeye mecbur tutuyorlardı. Ama onların güçlü ve arkalı olanlarına, zenginlerine ise bir hüküm vacip olduğunda, o zaman onlar o kimseyi bundan sorumlu tutmazlar ve cezanın uygulanmasını istemezlerdi. İşte Cenâb-ı Hak bu âyet ile, onları böylesi davranıştan men etmiştir.

2) Bu âyetle, yahudilerin ehl-i kitap ve ilim sahibi olmalarına rağmen, sırf cehalet ve apaçık bir hevâ ve arzu demek olan câhiliyye hükmünü arayıp peşine düştükleri için, onları ayıplamak mânası kastedilmiştir.

Daha sonra Allah, “Şüphesiz ve katî bir kanâate sahip olacak bir kavm için, hükmü Allah’tan daha güzel kim olabilir ki!” buyurmuştur. Likavmi (Kavimiçin)

kelimesinin başındaki “lâm”, tıpkı “Hayte leke” kelimesindeki “daha ne duruyorsun, geliver” (Yusuf,12/23)tabirinde olduğu gibi, beyân içindir. Yani bu hitap, ve bu soru, yakînen inanan kimseler içindir. Çünkü, hüküm bakımından Allah’tan daha âdil ve beyân bakımından daha güzel olan hiç kimsenin bulunmadığını, ancak bunlar bilirler, anlarlar manasındadır.4

 

Seyyid Kutub (Rh.a.) da meseleyi şu şekilde açıklamıştır

“O halde onların arasında Allah’ın indirdiği ayetlere göre hüküm ver, onların keyfi arzularına uyma, onların seni Allah’ın indirdiği hükümlerin bir kısmından bile şaşırtmalarından sakın, eğer sana sırt çevirirlerse bil ki, Allah, günahlarının bazısı yüzünden onları cezalandırmak istiyor. Kuşku yok ki, insanların çoğu fasıktır.

Yoksa istedikleri cahiliye düzeni midir? Kesin inançlılara göre Allah’ın düzeninden, Allah’ın verdiği hükümden daha iyisi düşünülebilir mi hiç?”

“O halde onların arasında Allah’ın indirdiği ayetlere göre hüküm ver, onların keyfi arzularına uyma, onların seni Allah’ın indirdiği bükümlerin bir kısmından bile şaşırtmalarından sakın!”

Evet! Allah’tan daha iyi hüküm koyabilecek olan kim vardır?

İnsanlar için Allah’ın şeriatından ve hükmünden daha iyi bir şeriat ve hüküm belirleyebileceği iddiasında bulunmaya kim kalkışabilir?

Böylesi büyük bir iddiaya kalkıştığında, bunu hangi gerekçeyle açıklayabilir?

Bu iddiaya kalkışan, insanları, onların yaratıcısından daha iyi tanıdığını söyleyebilir mi? İnsanlara karşı, onların rabbinden daha hoşgörülü olduğunu ileri sürebilir mi? İnsanlar için en uygun olanı, onların yararını Allah’tan daha iyi gözetiyorum diyebilir mi? Nihai şeriatını gönderen, son Peygamberini gönderen, onu Peygamberlerin sonuncusu, getirdiği mesajı kitapların sonuncusu kılan, İslâm şeriatını kıyamete dek geçerli olarak niteleyen Allah’ın durumların değişebileceğini, yeni gereksinimlerin ortaya çıkacağını, farklı koşullar söz konusu olabileceğini bilemediğini iddia edebilir mi? Bir insan, Allah tüm bunları bilemediği için şeriatında belirtmemişti, ancak bugün işte tüm bunlar bizler tarafından kavranmıştır diyebilir mi?

Allah’ın şeriatını yaşamdan koparan, onun yerine cahiliyye şeriatını, cahiliyye hükmünü ikame eden, kendi keyfî arzusunu ya da herhangi bir halkın veya neslin keyfî arzularını Allah’ın şeriatından, Allah’ın hükmünden üstün tutan kimseler, bu tür sözler söyleme cüretini nasıl gösterebiliyorlar?

Özellikle de kendini müslüman olarak adlandıran bir insan, bu türden sözler edebilir mi?

İçinde bulunduğumuz koşullarmış. Durum çok değişmişmiş! İnsanların istememesiymiş! Düşmanlardan çekinmemiz gerekirmiş! Allah müslümanlardan kendi aralarında şeriatını yürürlüğe koymalarını, Kur’an doğrultusunda hayat sürmelerini, onlardan kimi insanların kendilerini indirdiği şeriatından ufacık bir noktada bile şaşırtmalarından sakınmalarını isterken, daha sonra olup bitecek herşeyi bilmiyor muydu?

Beklenmedik gereksinimler, yenilenen koşullar ve görmezlikten gelinemeyecek durumları, Allah’ın şeriatı ihata edemeyecek denli eksikmiş! Bu nasıl iddia edilebilir? Şeriatından ödün verilmemesi için bu denli kesin bir ifade ‘ kullanan ve insanları özenle uyaran Allah, tüm bunların olacağını bilmiyor muydu?

Bu konuda, müslüman olmayan bir kimse dilediğince konuşabilir. Ama müslüman olan ya da müslüman olduğunu iddia edenbir kimse bu türden sözler edebilirmi? Bu türden sözler edebiliyorsa onun İslâm’la artık ne ilgisi kalmıştır? Tüm bunlardan sonra, onda İslâm’ın en ufak bir izi görülebilir mi?

Bu, tam bir yol ayrımıdır. Kişi seçimini yapmak zorundadır. Seçimini yapmışsa artık tartışmanın gereği yoktur.

Ya İslâm, ya cahiliyye! Ya iman, ya küfür. Ya Allah’ın hükmü ya cahiliyye düzeni.

Allah’ın indirdiği ayetlere göre hüküm vermeyenler, kafirlerin, zalimlerin, fasıkların ta kendileridirler. Yönetilenlere karşı Allah’ın hükmüyle hükmetmeyenler, kesinlikle mümin değildirler.

Bu meseleyi müslüman, kesin ve net bir biçimde kafasına yerleştirmelidir. Yaşadığı çağda, insanlara karşı Allah’ın hükmünü uygulama noktasında asla tereddüde düşmemelidir. Bu gerçeğin zorunlu sonucu olarak, dosta da düşmana da Allah’ın şeriatını uygulamalı ve de bunun neticesine katlanmalıdır.

Müslüman bu meseleyi kafasına net olarak yerleştiremezse, bir türlü istikrara kavuşamayacak, kendini yöntem kargaşasının içinde bulacak, hak ile batılı birbirinden ayıramayacak, doğru yolda bir adım bile ilerleme kaydedemeyecektir... Bu meselenin sıradan insanların kafasında bu denli netleştirilemeyeceği doğru kabuledilse bile, “müslüman” olmayı isteyen, müslümanlığın gereklerini yerine getirmeye azmeden insanların kafasında iyice netleştirmeyi savsaklamak asla doğru değildir...5

            Prof.Vehbe Zuhayli ise meseleyi 48. ve 49.Ayetlerle bağlantılı olarak izah etmektedir:

Sana da kendinden önceki kitapla­rı doğrulayıcı ve üzerlerine şahit ola­rak bu Kitabı hak ile indirdik. O halde aralarında Allah’ın indirdiği ile hük­met. Sana gelmiş olan hakkı bırakıp onların hevalarına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol tayin ettik. Şayet Allah dileseydi sizi bir tek ümmet yapardı. Lâkin sizi verdiği ile denemek istedi. Öyleyse hayırlarda ya­rışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır; size ayrılığa düştüğünüz şeyleri bildirecek­tir.

“ Ve aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet. Onların hevalarına uyma! Al­lah’ın sana indirdiğinin bir kısmından seni vazgeçirmelerinden sakın. Eğer yüz çevirirlerse bil ki, bir kısım günah­ları yüzünden Allah onları cezalandır­mak istiyor. Gerçekten insanların bir çoğu fasıklardır.

  Onlar cahiliye hükmünü mü isti­yorlar? Ama yakîne sahip bir kavim için Allah’tan daha iyi kim hüküm ve­rebilir!”

 

Nüzul Sebebi

 

“Ve aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet” ayetinin nüzulü ile ilgili ola­rak İbni İshâk, İbni Abbas’ın şöyle dediğini rivayet etmektedir: Ka’b b. Esid, Abdullah b. Suriye ve Şâs b. Kays: “Haydi Muhammed’e gidelim, belki onu dininden çevirebiliriz” deyip yanına vardılar ve: “Ey Muhammed!” dediler. “Sen de biliyorsun ki bizler Yahudilerin ileri gelen ilim adamları, eşrafı ve efendile­riyiz. Bizler sanatabi olacak olursak, Yahudiler de bize tabi olurlar, bize mu­halefet etmezler. Fakat bizimle kavmimiz arasında bir anlaşmazlık vardır. O bakımdan onlarla senin huzurunda mahkemeleşmek istiyoruz. Sen de onlar aleyhine ve bizim lehimize hüküm vereceksin. O vakit biz de sanaiman ede­riz.” Hz. Peygamber ise bunu kabuletmedi, onlar hakkında: “Ve aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet, onların nevalarına uyma!” buyruğundan itiba­ren “... daha iyi kim hüküm verebilir?” buyruğuna kadar olan ayetler nazil ol­du.

“Onlar cahiliye hükmünü mü istiyorlar?” buyruğunda Zemahşerî’nin de dediği gibi iki vecih vardır:

1- Kurayza oğulları ile Nadîr oğulları Hz. Peygamberden cahiliye ehlinin hükmettikleri şekilde maktuller arasında üstünlüğü esas alacak şekilde hü­küm vermesini istediler. Resulullah (s.a.s.)’ın onlara: “Maktuller arasında fark yoktur” dediği rivayet edilmektedir. Bunun üzerine Nadîr oğulları: “Biz buna razı olmayız” deyince bu ayet-i kerime nazil olmuştur.

2- İkincisi ise bu Yahudilere Kitab Ehli ve ilim ehli oldukları halde heva olup kitaptan sadır olmayan bir cehil yani Yüce Allah’tan bir vahye raci olma­yan, bir heva olan cahiliye dininin hükmünü aradıkları için bir ayıplamadır.

el-Hasen’den nakledildiğine göre bu buyruklar, Allah’ın hükmünden baş­kasını arayan herkes hakkında umumidir. Hüküm ise iki türlüdür: Birisi bile­rek hüküm vermektir ki, bu da Allah’ın hükmüdür, diğeri ise bilgisizce hüküm vermektir; bu da şeytanın hükmüdür.6

            İmam İbni Kayyım El-Cevziyye de bu ayet hakkında şunları kaydeder:

Cenab-ı Allah bu ayet-i kerimelerde indirmiş olduğu ahkâmın dışındaki bir hükmün mutlak surette heva ve hevese, nefse tabi olmak anlamını içerdiğini gayet açık bir şekilde haber vermektedir ve bize bunu anlatmaktadır. Allah’ın hükmünün dışında bir hüküm ve Allah’ın hükmünün dışına çıkaran bir hüküm de tamamen bir cahiliye hükmüdür. Bütün bu görüşler ve akla dayalı olarak ortaya konmaya çalışan muhalif ve aykırı düşünceler tamamen Rasulullah (s.a.s.)’in getirmiş olduğu ahkâma muhalif ve aykırıdır. Bunlar da gayet net ve açık olarak heva ve hevesin hükümlerinin sonucu ve cahiliye hükümlerinin de ta kendisidir. Bu durum aynen müşriklerin kendi putlarına veya tapındıkları taşlarına ilah adını vermeleri gibi bu hükümlere akli ve yakinî burhan ve deliller diyen ve insanlar için konmuş hükümler olduğunu iddia edenlerin hükümlerine benzemektedir. Münafıkların da aynı şekilde yeryüzünde asla fesad çıkarmadıklarını, onların yaptıkları işin kalpleri her türlü ıslah ve ihsandan uzak tutup, imana ve iyiliklere ıslaha ve her türlü güzelliğe kapalı tutmanın fesad olduğunun farkına varmamalarına benzemektedir.

                        İbni Ebi Hatim (Rh.a.) Tefsirinde bu ayetle ilgili olarak Hz.Hasan’dan şu hadisi nakleder ki, O aynı zamanda İbni Kesir’inde ravilerindendir.

حدثنا أبى ثنا هلال بن الفياض بن أبو عبيدة الناجي قال : سمعت الحسن يقول : من حكم بغير حكم الله فحكم الجاهلية

İbni Ebu Hatim dedi ki: Bana Babam dedi ki, O Halil Bin Fayyad Bin Ebu Ubeyde En-Naci’den, O dedi ki : “Hz.Hasan’ın şöyle dediğini duydum: Kim Allah’ın hükmünden başka bir hükümle hükmederse, cahiliyyenin hükümleriyle hükmetmiş olur.”8

Sonuç olarak şunu diyoruz ki; Allah (c.c.) Mü’min’leri “Cahiliyye” den ve onun hükümleriyle hükmetmekten muhafaza buyursun.

Mü’min’lere cahiliyye’yi reddetmeyi ve Allah’ın hükümleriyle hükmetmeyi, Devleti-İslamiyye’yi nasib etsin. İnşaallah.  

 

1-    (El-müfredat Ragıb el-ısfehani Cilt -1 sf:271 Çıra yayınları)

2-     (bkz.TC anayasası, 3. kısım, cumhuriyetin temel organları, 1. bölüm, yasama,madde:87-88-89)

3-     (İbni Kesir Hadislerle Kuran’ı Kerim tefsiri Maide suresi 5/50.ayetin tefsiri bölümü.)

4-     (Fahruddin Er-Razi  Tefsiri Kebir Maide suresi 5/50.Ayetinin tefsiri bölümü.)

5-     (Seyyid Kutup Fizilal-İl Kur’an Maide Suresi 5/50.Ayetin Tefsiri Bölümü.)

6-     (Prof. Vehbe Zuhayli Tefsir-ul Munir Maide Suresi 5/48-49-50.Ayetlerin Tefsiri Bölümü.)

7-     (İmam İbni Kayyım El-Cevziyye Et-Tefsirul Kayyım Maide Suresi 5/50.Ayetinin tefsiri Bölümü.)

8-     (İbni Ebu Hatim (Muhammed Bin İdris)Tefsiri Maide suresi 5/50.Ayetin Tefsiri Bölümü.)

 

.

             “Bu, tam bir yol ayrımıdır. Kişi seçimini yapmak zorundadır. Seçimini yapmışsa artık tartışmanın gereği yoktur.

Ya İslâm, ya cahiliyye! Ya iman, ya küfür. Ya Allah’ın hükmü ya cahiliyye düzeni.”

 

 

           

 

 

 

 

 

SPOT İÇİNDİR.

 

 

 

 

Cahiliyye kavramı; Vahyi ve onun gönderildiği Peygamberlerleri esas almayan bütün anlayışların veya toplulukların ortak adıdır… Sosyal, iktisadi, adalet,yasama,yürütme, hükmü ve yargı gibi kurumlarıyla… devlet hayatlarında vahiyden ve peygamberlerin onlara tavsiye ettiği hükümlerin ve doğru yolun, zıddına inanıp hareket etmektedirler.

 

 

 

Şaşılacak bir şeydir ki bu inanç ve icraatlarıyla ben müslümanım Allah’a ve onun dinine şeriatine teslim oldum diyen topluluklardan güç alıp iktidar oluyor ve iktidarlarını devam

ettirebiliyorlar!... Bel’am bin Baura’sının çağdaş uzantıları olan dalkavuk kılıklı bel’amlar, şeyh diye, hoca diye, bu müslüman toplumlarda itibar görüyor!

“Bu meseleyi müslüman, kesin ve net bir biçimde kafasına yerleştirmelidir. Yaşadığı çağda, insanlara karşı Allah’ın hükmünü uygulama noktasında asla tereddüde düşmemelidir. Bu gerçeğin zorunlu sonucu olarak, dosta da düşmana da Allah’ın şeriatını uygulamalı ve de bunun neticesine katlanmalıdır.”

 

 

 

 

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul